Lefter’in hasretine dayanamadı, Hasan Fetihi hayatını kaybetti

Lefter Küçükandonyanis’in kadim dostu İran asıllı Hasan Fetihi  hayatını kaybetti.

Şişli’deki evinde yere düşüp yaşamını yitiren Fetihi 84 yaşındaydı. 1950 yılında Büyükada’da Lefter’le tanışan Hasan Fetihi 1927 yılında Başkale’ye 1 saat mesafede, Şahpur’da doğdu. İzmir’deki çıraklık yıllarından sonra kendi işini kuran ve Cihangir’e yerleşen Hasan Fetihi Lefter’le olan dostluğunu verdiği bir röportajda anlatmıştı.

Hasan Fetihi Lefter’i anlatıyor

 

 

 

Lefter’i, 62 yıllık en yakın arkadaşı Hasan Fetihi anlatıyor

“Lefter’in yerine kimseyi koyamam”Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcusu Lefter Küçükandonyadis’i hayattaki en yakın dostu İran asıllı Hasan Fetihi anlattı…

HTPAZAR / Nazenin Tokuşoğlu’nun Lefter’in en yakın arkadaşı Hasan Fetihi ile yaptığı röportaj:

” Özlem’i aradım. Lefter Baba’nın torunu kendisi. (Önce “Özlem Hanım”dı. Son durum, maça gitmek için sözleştik.) “Bana yardımcı ol, dedenin en yakın dostuyla konuşmak istiyorum” dedim. Bir sonraki sahne: Özlem, Hasan Fetihi’yi kandırmaya çalışıyor; “Haydi Hasan Amca, ne olur birazcık anlatsan…” İki gün sonra… Hasan Fetihi’nin işyerinin bulunduğu Menekşe Han’a doğru yola çıktım. “Hasan Amca’nın hanı nerede” diye sorunca herkes gösterdi zaten. Her yerde Lefter’in fotoğrafları, gazete kupürleri var, masasının arkasında Lefter’le çekilmiş bir fotoğraf, bir de Fenerbahçe bayrağı. Hiç de Lefter zoruyla Fenerli olmuşa benzemiyordu Hasan Fetihi ya neyse… Bir güzel 1950’lere götürdü beni, sağ olsun. Epey de güldürdü, “Keşke bu bir film olsa” dedim hatta. Ta ki şu cümle gelene kadar: “En yakın arkadaşım gitti, ben şimdi adada ne yapacağım?”

‘Ben oruçluyken o da yemezdi’

Sizi biraz tanıyalım mı?

Aslen İranlı’yım. 1927’de, Lefter’den 3 yıl sonra, Başkale’ye 1 saat mesafede, Şahpur’da doğdum. Babam ben 4 yaşındayken öldü, 7 kardeş yetim kaldık. İlkokula bile gitmedim. O yüzden Farsça bilmiyorum, sonradan kendi kendi me Türkçe öğrendim. Rus Har bi sonra sı bizim oralar karı ık, dayı mın oğluyla iki k fa dar hu dut tan kaç tık. O kor tu, döndü; ben kaldım. Karımın da anası Türk, babası İranlı. Burada tanıştık, 1958’de evlendik. Benden 15 yaş küçük.

Ne yiyip içtiniz o zaman?

İzmirli bir tüccarın yanında işe girdim. O ölünce çocukları “Hasan Amca sen devam et” dediler, sonra kendi işimi kurdum. Bekarlığım Cihangir’de geçti, O zamanlar Rumlarla bir aradaydık hep. Cihangir şöyle böyle olunca Şişli’de bir daire satın aldım.

“Şöyle böyle” derken?

Bir ara çok bozuldu Cihangir, şimdi düzelmeye başladı. Sonra Büyükada’yı keşfettim zaten.

Birbirinizi nasıl buldunuz?

Görücü usulüyle. Lefter’le… Haa… Adada dolaşıyordum, o da aynı şekilde. Bulduk birbirimizi. Yıl 1950…

Evlenene kadar birlikte çapkınlık mı yaptınız?

Yapacağımız zaman ben hep kaçtım. Çapkınlık bakımından pek benzemezdik birbirimize. Lefter nerede akşam orada sabah yaşar. Dayım duysa kolumdan tuttuğu gibi İran’a götürür beni. Üstü açık spor bir arabası vardı rahmetlinin. Tarabya’da gidiyoruz böyle, kızlar hareket halindeyken atlardı içine. Sürat motoru vardı bir de, adadan iki dakikada karaya uçardık.

Hasan Fehmi Lefter'le Büyükada'da

 

Lefter futbolu bırakınca adaya mı çekildiniz?

Yok canım, Lefter geçen seneye kadar yerinde durmadı. Kadınlar rahat bırakmazdı ki! Yunanistan’a giderdi, orada da yapışırlardı. Madam Allah’tan hoşgörülüydü. O da çok severdi ama eşini. Topçu adam, ne yapsın? “Sen Allah’ın sevgili kulusun, böyle madama, kızlara sahipsin. Seni kim çeker yoksa” derdim.

 

Adada ne anılarınız vardır…

Sorma. 60 yıl boyunca istediğimiz yere oturduk, yerimiz boş durdu. Çok bonkördü, kimseye para verdirmezdi. Tabii bir dakika boş kalmazdık, sürekli fotoğraf çektirmek isteyenler olurdu. Hiçbirini kırmazdı Lefter, bana fenalık gelirdi. Bazen işine gelmezdi, evden çıkmazdı, hasta dedirtirdi. Futbol oynayan gençlere takılırdı arada. “Adam gibi oynayın, dökülmeyin, hızlı olun” diye nasihat ederdi. Benim içkiyle aram yok. Bunlar içerdi saatlerce ama yanlarında otururken ben sızardım. Allah için hiç ölçüyü kaçırdığını görmedim Lefter’in o ayrı. Tatlıya bayılırdı, madamdan gizli gizli yerdik. Bütün gün Prenses Otel’in önünde otururduk, hava serinse Yıldızlar Kahve’de. Bakalım bu sene nasıl gideceğim oralara.

TÜRK FORMASIYLA 2 GOL ATAN ADAMA BU YAPILIR MI?

1955 yılında meydana gelen 6-7 Eylül olayları sırasında yanında mıydınız?

Rum olduğu için evini taşlamışlardı. Adada değildim maalesef. İstanbul’da her yeri yıkmışlar. Yanımızda çalışan Kürtler de işin içindeymiş, ekmek kapısı diye bir bizim buraya dokunmamışlar. Atina’da Türk formasıyla Yunanistan’a 2 gol atmış. Yunan gazeteleri “İçten vurulduk” diye manşet atmış. Ona yapılır mı bu?

Ne dedi olayla ilgili?

Zoruna gitti ama hiçbir şey demedi. “Evdeydim ama korkmadım. Memleketimize ziyan oldu diye üzüldüm” dedi sadece. Çok milliyetçi bir adamdı. Ben de kendimi Türk hissediyorum ama onunki başkaydı. En “Türk’üm” diyenden daha milliyetçiydi. Atatürk’ü çok severdi. Kızlarını Rum’a verirdi isteseydi, ikisini de Türk’e verdi. Büyük kızından iki torunu oldu, Özlem’le Özcan. Ne severdi onları.

Ayrı dinlere mensuptunuz, anınız var mı bununla ilgili?

Hiç din muhabbeti olmazdı. Ama ben oruçluyken “Benim de canım çekmiyor” derdi, yanımda lokma yemezdi. Acıkırdı biliyorum.

“ZORLA FENERLİ YAPTI BENİ”

Lefter’le maçlara gider miydiniz?

Ölmeden öncesi… Yılarca uğraştı götüremedi, sevmiyorum ne yapayım! Bir Fenerbahçe – Beşiktaş maçına haber vermeden gittim. O da oynuyordu, dikkati dağılmasın istedim. Duymuş; “Ulan bana neden haber vermedin pezevenk” diye söylendi. Adam öyle oynuyordu ki ağları deliyordu, canlı izlemek ayrıydı. Durduğu yerde kaleden kaleye atıyor, bambaşkaydı rahmetli. Futbolu bıraktıktan sonra, 1971 miydi neydi, mili maça gittik. Biri birine küfretti, kavga çıktı, Lefter de karıştı, ben kaçtım. Bir de İran milli maçı oynanmıştı İstanbul’da. Beni de İranlı bir tanıdık zorla götürdü. Gitmez olaydım, İran 6 gol yedi Türkiye’den. Lefter haber almış yine “Ulan pezevenk gittin ayağın uğursuz geldi, yediniz 6 tane” dedi. Bu kadar…

Çok alemsiniz, Lefter’in en yakın arkadaşı maçlarına gitmiyor!

Ama onun için Fenerli oldum. Futbolu sevmiyorum, bu sürekli oyuna getirmeye çalışırdı. Adada serinleyince Fenerbahçe montu çıkarırdı bir yerden “Al arkadaşım üşüme” diye. Zorla Fenerbahçeli yaptı. “Fazla konuşma” derdi. Kaç tane forma getirdi bana. Son zamanlarında sürekli fakir fukaraya kıyafet dağıtırdı, forma da tabii…

Fenerin maçlarını beraber mi izlerdiniz?

Hiç kaçırmaz evde seyrederdi, oynuyor gibi heyecanlanırdı. Fener yenilirse yanına yaklaşılmazdı, yenerse mutluluktan uçar dı. “Söyle lan kim kazanacak?” derdi. “Galiba bu sefer Beşiktaş” dedim bir gün, kızdırmak için. “Eşşoğleşşek” diye bağırdı. Neyse Fener kazandı yoksa Büyükada’ya giremezdim. Kızdığı zaman ağzına geleni söylerdi Allah rahmet eylesin. “Bu adam olsaydı böyle …lik yapmazdı” falan…

Kızınca Yunanca küfür sallar mıydı?

Hiç. Yunanistan’dan çok ziyarete gelen olurdu, onlar Yunanca konuşurdu, Lefter Türkçe cevap verirdi biz anlayalım diye. Evde de hep Türkçe konuşurlardı. Atina’da evi vardı, gittiğinde 2,3 ay kalırdı. Sürekli hediye getirirdi. Ben de bizim oraların kokulu pirincinden getirtirdim ona, çok severdi.

ÖLMEDEN ÖNCESİ

“Heykele çok duygulandı. Hemen sulanırdı gözleri. ‘Niye her şeye ağlıyorsun’ dediğimde ‘Sen ne anlarsın’ diye kızardı. Sık sık ‘Hafta içi de gel çalışma artık’ derdi. Son zamanlarda tayyareden korkmaya başlamıştı, ömrünü havada geçiren adam. Aziz Yıldırım’ın tutuklanmasına çok üzüldü. ‘Devletin işine karışmak istemem ama inşallah çıkar’ derdi. Çok severdi Yıldırım’ı. Şekeri 500’e çıktı o sıralar. Toparlayamadı ve hastaneye kaldırıldı. Ölmeden önce hastanede yanına gittim. ‘Hasan gelsin’ deyip duruyormuş zaten. Görünce acayip sevindi. ‘Nasılsın Lefter’ dedim. ‘Sen iyiysen ben de iyiyim’ dedi ve kapadı gözünü. Bu sene ilk kez Yunanistan’a gidemedi. Madam da kızlar da nasıl güzel baktılar ama bu kadar dayanabildi, yapacak bir şey yok. Hiç ağlamam o gün ağladım, hatıralar canlandı gözümde. Hâlâ kendime gelemedim.”

‘Lefter karakolda dayak yedi’

Lefter Küçükandoyanis Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun sembol ismiydi. 13 Ocak 2012 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Onun hakkında onlarca yazı yazıldı, futboluna ve insanlığına övgüler düzüldü. Ama bir azınlık olarak yaşadıkları göz ardı edildi.

Bianet’te Pınar Dinç Kenanoğlu Lefter’in 1974 yılında yaşadıkları üzerine bir yazı kaleme aldı. İşte o yazının bir bölümü:

 

“…

Yıllardan karanlık 1955 değil, yıllardan karanlık 1974. Bir çok kimsenin hatırasında Kıbrıs çıkarmasının gerçekleştirildiği yıl. Daha az sayıda insan için ise Kıbrıs konusundaki Türk-Yunan anlaşmazlığının kendilerine karşı yasal ama adaletsiz etkilerinin 6-7 Eylül’e nazaran daha sessiz sedasız yürürlüğe konduğu yıl. Daha açık belirtmek gerekirse, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8 Mayıs 1974 tarihli “Türk olmayanların meydana getirdikleri Tüzel Kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 08.05.1974, E. 1971 /2-820, K.1974/505 sayılı karar) kararının alındığı ve azınlık vakıf mallarına el konulmasının yasal yolunun açıldığı yıl . Bugün toz pembe başlıklarla uğurladığımız Lefter’in karakolda dayak yediği haberiyle manşetlere taşındığı o yıl Türkiye’de azınlıklar hem tüzel hem özel kişiler olarak sıklıkla ayrımcılığa uğramışlardı.

Lefter’in karakolda dayak yediği haberi ilk olarak 21 Eylül 1974 tarihli Hürriyet (sayfa 8) gazetesinde yer almış, Lefter’in başını ellerinin arasına almış resminin altında onun “Mahvoldum” sözlerine yer verilmişti. Bir şahısla aralarında “kat satışı” hakkında çıkan anlaşmazlık üzerine Büyükada Emniyet Amirliği’ne gittiği belirtilen Lefter, burada anlaşmazlığı yaşadığı kişinin yakını, avukatı ve aynı zamanda polis teşkilatının içinden olduğunu belirttiği bir şahıs tarafından hakarete uğramış ve tartaklanmıştı.

Haberde belirtildiği üzere, bahsi geçen kat ile ilgili tartışma kısa süre sonra farklı bir boyuta geçmiş, emniyet teşkilatındaki şahıs Lefter’e şu sözleri söylemişti: “Ulan biz sizi Anadolu’dan sürüp İzmir’de denize döktük, buradan da atacağız.”

Lefter milli formayı defalarca giymiş bir Türk vatandaşı olduğunu karşısındakine hatırlattığı sırada yüzüne “iki tokat patlar”. Haberin devamında Lefter’in durumdan ne kadar şiddetli üzüntü duyduğu olayın yaşandığı gece sayıkladığı belirtilen şu sözlerle anlatılmıştır: “Ben Rum değil Arnavut’um. Üstelik de Türk vatandaşıyım. Büyük Ada’da doğdum. Diyarbakır’da 4 yıl askerlik yaptım. […] Ben Yunan Milli takımına karşı iki defa forma giydim. Hem de Atina’da! […] 1947 yılında Atina’da attığım golden sonra Yunanlılar bana nasıl bağırıyor. Dinle ve benim ne olduğumu anlayıp utan!” (Hürriyet, 21 Eylül 1974, sayfa 8).

Haberin gazetede yer almasının ardından 22 Eylül tarihli Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında dönemim başbakanı Ecevit’in Lefter’i dövenlerin tespit edilmesini istediğini belirten bir haber yer aldı. Bu haberde Ecevit’in “Eğer olay Rumlukla karıştırılmışsa ve Lefter bundan dolayı dövülmüşse  derhal bu adamı görevden alınız. Halk böyle ayrım yapmazken, en heyecanlı sayılması gereken gençler duygularına hakim olurken, bir emniyet görevlisinin böyle duygulara kapılması eğer doğru ise hoş görülemez” (vurgu yazar tarafından yapılmıştır) sözleri dikkat çekici. Ecevit’in bu sözlerinden hakim olunan duyguların Rumlara ve onlarla özdeşleşmiş diğer azınlıklara karşı ayrımcı ve negatif duygular olduğu anlaşılıyor.

Olayın ardından Hürriyet ve Tercüman gibi dönemin merkez ve sağ duruşlu gazetelerinde bile olay kınanırken, yaşananlar Necmi Tanyola, Erdoğan Şenay ve Tahsin Öztin gibi köşe yazarları tarafından “üzüntü verici” olarak değerlendirildi. Yine de yazılarda dikkat çeken önemli bir unsur Lefter’in gördüğü şiddeti eleştirirken onun aslında ne kadar Türk olduğuna yapılan sürekli vurgu.

Örneğin Tahsiz Öztin “Lefter’e İnen Tokat!” başlıklı makalesinde (Hürriyet, 22 Eylül 1974, sayfa 10) karakolda Lefter’e gavur denerek tokat atılmasından dolayı son derece kızgın, ancak bunun nedeni yazarın da belirttiği gibi “Lefter’in gavur olmaması”.

Lefter’in Türk’lüğüne daha şiddetli vurgu yapan Erdoğan Şenay’ın makalesi (Tercüman, 27 Eylül 1974, sayfa 8) Kurtuluş Savaşı’ndan Türklüğün “insancıl” tabiatına kadar son derece milliyetçi temalarla bezeli. Şenay makalesinde cümleye yer vermiş: “İsmet İnönü, Venizelos gibi ünlü büyüklerin önünde ‘Yunan’a dayak atmış’ galibiyet ışıklarını yakan golümüzün anında Atina Stadını İzmir’in kurtuluş günündeki Kordonboyu’na benzetmiştir Lefter”. Görüldüğü gibi tıpkı emniyet mensubunun Lefter’i tokatlamadan önce belirttiği gibi, durumu kınayan yazısında Şenay da “Yunanlı’yı denize dökme” vurgusunu yapıyor.

Olayın üzerinden yaklaşık iki hafta geçtikten sonra Hürriyet gazetesi Lefter ile bir röportaj gerçekleştirerek, “Lefter iki kızını Türk’e Verdi” başlığıyla yayınladığı bu haberin üst başlığı olarak ise Lefter’e ait olan “Bana kefere diyenler utansın” sözlerine yer verdi (Hürriyet, 5 Ekim 1974, sayfa 10). Röportajda Lefter’in kızlarından birinin bir Türk genci ile evli olduğundan, diğerinin ise yine bir Türk genciyle yakında evlenmek üzere nişanlandığından bahsedilirken, tüm bunların ortasında kendisine “Kefere” (Kafir) denmesindaki “kötü niyet”e vurgu yapılıyor; konuyla ilgili köşe yazarlarının da sıklıkla üzerinde durduğu gibi Lefter’in “bu vatanda doğduğunu, bu vatanda askerlik yaptığını, bu vatanda yaşadığını” belirttiği demecine yer veriliyor. Röportajın sonunda ise Lefter’i korumak maksadıyla kaleme alınmış şu cümleler, tam olarak Türk olmanın ya da “içeriden” olmanın bir azınlık mensubu için ne kadar zor olduğunun bir ispatı gibi algılanabilir: “Ama eller vicdana koyup sorulmalı: Lefter’in sahip olup da bu vatana vermediği şey kaldı mı artık? Canından çok sevdiği iki kızı vardı. Onları da iki Türk delikanlısına eş yaptı” (Hürriyet, 5 Ekim 1974, sayfa 10)

Aynur Alyanak’ın mobbing mücadelesi

Memur Aynur Alyanak Adalar Belediye Başkanı tarafından tehdit ediliği gerekçesiyle polise şikayet dilekçesi verdi.

Mobbing iddiaları, Adalar Belediyesi’nde 27 yıldır çalışan ve Farsakoğlu’nun seçilmesiyle sistemli olarak mobbinge maruz kaldığını öne süren Aynur Alyanak’ın şikâyetiyle patlak verdi. 6 dönemde, 4 belediye başkanıyla çalışan Alyanak’ın ifadesi üzerine açılan soruşturmada, birçok kişi mobbinge uğradığını söyledi.

Zabıta kulübesine

Sivas’tan 2 yaşında geldiği Büyükada’da yaşayan 45 yaşındaki Alyanak, 18 yaşında, babasının da temizlik işçisi olarak çalıştığı Adalar Belediyesi’ne sınavla memur olarak girdi. 27 yıl boyunca belediyenin bir çok biriminde çalıştı. Annesinin hastalığı nedeniyle 7 yaşından itibaren 2 kız kardeşiyle 8 yıl yetiştirme yurdunda kalan Alyanak, haksız uygulamalara karşı çıktığında, Farsakoğlu’nun kendisine yurt yıllarını hatırlatarak, “problemli personel” yakıştırmasında bulunduğunu anlattı. Alyanak, bakanlığa başvurdu. Alyanak, şimdi atandığı, Kınalıada’daki zabıta kulübesinde gün geçiriyor. Kadın memur Aynur Alyanak “Başkan, bir mükellefe verdiğim cevabı gerekçe göstererek beni  ’Kınalıada İrtibat Müdürlüğü’ birimine atadılar. Soruşturma açıp maaşımı kestiler. Her gün başkana yakın kişiler benim işe gelip gelmediğimi kontrol için iskelede bekliyorlar. Zabıtaların bulunduğu odadayım. Ne bilgisayar, ne masa var. Tuvaletimiz bile yok. 500 metre yakında ücretli tuvalet kullanıyoruz.  Önemli ihalelerde geçici görevlerle getirdiği müdürlere zorla imza attırdı. Şimdi o müdürlerin tamamı yargılanıyor” diye ifade vermişti.

Fen İşleri Müdürü Çevre Mühendisi Meral Ak, özel kaleminde sekreteri Ayşegül Tunca.

Fen İşleri Müdürü Çevre Mühendisi Meral Ak da koltuğunu kaybedenlerden. Farsakoğlu tarafından, Ada’nın yerleşim yerinden 4 kilometre uzaktaki hayvan barınağına gönderildi. Ak, yargının göreve iade kararı uygulanmayınca Başbakanlık Kamu Etik Kurulu’na başvurdu. Kurul, Farsakoğlu’nun, Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in “yasallık”, “dürüstlük”, “saygınlık ve güven” ilkelerine aykırılık oluşturduğuna oybirliğiyle karar verdi. Meral Ak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geçti.

Farsakoğlu’nun mobbingi iddiasıyla İçişleri Bakanlığı Müfettiş raporlarına giren bir başka isim ise 15 yıllık özel kaleminde sekreteri Ayşegül Tunca. Yıllık iznini kullandığı sırada, dolabı kolilere boşaltılıp, Hukuk İşleri Bürosu’na gönderildi. Tunca, daha sonra da Heybeliada’daki belediye doktoru Kürşat Sezgi’nin yanına hizmetli olarak verildi. Belediye doktoru olarak çalışırken, aile hekimliğini tercih eden Erhan Şuben, gerilimi, Heybeliada’daki işyerinin girişine “Sevebilme yeteneği en büyük şanstır. Sevgi bütün kötülüklerin ilacıdır” yazarak anlattı. Mustafa Farsakoğlu, konuyla ilgili soruları yanıtlamadı.

Sıradan bir arama

Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu şunları söyledi: “Bütün ihalelerimiz denetleniyor. Bu bir ihbarla yapılan sıradan arama. Biri bir mail atıp ihbarda bulunuyor, savcı da hemen inceleme istiyor. Burada bir avuç çete var. Bunlar bizi çekemiyorlar. Böyle saçma şeylerle belediye çalışanlarının şevkini kırıyorlar. Küçücük bir belediyeyiz. Bütçemiz, harcamalarımız belli. Kısa sürede her şey ortaya çıkar.”

Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu

13 Fen İşleri Müdürü değiştirdi.

3 yıldır Adalar Belediye Başkanlığı’nı yürüten Mustafa Farsakoğlu, 13 Fen İşleri Müdürü, 8 Başkan Yardımcısı ve 5 Özel Kalem Müdürü değiştirdi. Başkan hakkında mobbing (bezdiri) uyguladığı iddiasıyla soruşturma açıldı.

İÇİŞLERİ Bakanlığı müfettişlerince çalışanlarına mobbing (bezdiri) uyguladığı iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılan Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, göreve başladığı 3 yıldan bu yana, 13 Fen İşleri Müdürü, 8 Başkan Yardımcısı ve 5 Özel Kalem Müdürü değiştirdi. Bir çok çalışanıyla da mahkemelik oldu. (Hürriyet Fatma Aksu-Selçuk Yaşar)

 

 

Adalar Belediyesi’ni polis bastı

CHP’li Adalar Belediyesi saat 14.00’te polis baskınına uğradı. İstanbul’un Adalar İlçesi’nin CHP’li Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu’nun makamına gelen polis,  “Bir ihbar var, ihbar üzerine geldik” dedi.

Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu

Adalar Belediye Başkanlığı binası (fotoğraf: Ali Kürklü)

 

 

Polis ilk açıklamasında “İsimsiz bir ihbar mektubu var, hakkınızda ihbar var” dedi. Belediye Başkanlığı makamında saat 14.00 itibariyle arama başladı.Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, arama yapmaya gelen polislere “gerekçe”yi sordu. Polis, Ceza Muhakemeleri Usül Kanunu’nun 116. maddesine istinaden arama yapacağını belirttikten sonra, gerekçeyi de açıkladı. Arama sırasında Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli iki uzman polis de hazır bulundu.

İhbar maille geldi

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’ne 20 Ocak Cuma günü, Adalar Belediyesi’nde yolsuzluk yapıldığı yönünde e-posta ihbarı geldi. İhbarda Adalar Belediyesi Fen işleri Müdürlüğü’nün yol bakım onarım çalışmaları, memur personele yemek hizmeti, katı atıkların toplanması, cadde ve sokakların süpürülmesi, kıyıların temizliğinin yapılması, atık nakledilmesi, bilgisayar kullanıcısı hizmet alımı, atölye ve garajlarda çalıştırılmak üzere 12 adet güvenlik hizmeti alımı ile Mali Hizmetler Müdürlüğü’nün 2010 yılı ve sonrasındaki tahakkuk fişlerinde usulsüzlük yapıldığı belirtiliyordu. İddialar üzerine Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Başsavcılığın verdiği talimat doğrultusunda Adalar İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri bugün harekete geçti. İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı ekipler, sabah saatlerinde Adalar Belediyesi’ne operasyon düzenledi. Fen İşleri Müdürlüğü olmak üzere bütün birimlerde arama yapıldı. Arama sırasında Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli iki uzman polis de hazır bulundu.

Neden Pazar günü seçildi?

Emniyet yetkilileri, aramanın Pazar günü yapılmasına “Pazar günü özellikle seçildi. Pazartesi delillerin karartılabileceği düşünülerek bugün yapıldı” şeklinde açıklama yaptı. Adalar Belediyesi’ne öğle saatlerinde gelen sivil Mali polis Adalar karakolundan aldığı resmi polislerle birlikte Adalar Belediyesi’ne gitti. Burada Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu’na iharla gelen bilgiler doğrultusunda arama yapılacağını bildirerek Bütün ihale dosyalarını istedi. Bilgisayarınızdaki ihalelerle ilgili yazışmaları ve dosya bilgilerini inceledi. Adalar Belediyesi’nde çıkarma gemisi ve çöp ihaleleri üzerinde ve diğer ihaleler üzerinde Mali Polis araştırmasını sürdürdü…

Adalar Belediye Başkanı Farsakoğlu hakında mobing soruşturması için izin verilmişti

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu için, kadın çalışana mobbing uyguladığı gerekçesiyle soruşturma izni vermişti.

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, “Başbakanlıkça yürürlüğe konulmuş olan ‘Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile başvuru usul ve esasları hakkında yönetmeliğe göre’ bir ihlal var. İlgili yönetmeliğin 10 ve 11’inci maddelerine göre, üstün astlarıyla ilişkileri nedeniyle müştekinin mağduriyeti söz konusu. Olayda sorumluluğu bulunan Başkan Farsakoğlu hakkında soruşturma izni verilmesine…” kararını imzaladı. Böylece, Türkiye’de ilk kez bir yerel yönetici için mobbing soruşturması açılmış oldu. Şahin, Farsakoğlu’yla birlikte mobbing uyguladığı iddia edilen İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürü Gülizar Tutu, Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Fulya Erkan ve Adalar Belediyesi Müfettişi Naciye Kaya için ise, soruşturam a izni verilmedi. Sabah Gazetesi’nin haberine göre kararın tebliğ edilmesinden sonra Farsakoğlu’nun, Danıştay’a itiraz etme hakkı bulunuyor. İtirazın kabul edilmemesi durumunda Farsakoğlu hakkında suç duyurusunda bulunulacak. Farsakoğlu, Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesine göre 3 ila 15 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanabilecek.


AYNUR ALYANAK’A SÜRGÜN İDDİASI

Memur Aynur Alyanak , Adalar Belediye Başkanı tarafından tehdit edildiği gerekçesiyle polise şikayet dilekçesi verdi. Polis, Belediye Başkanının ifadesini alacak

İçişleri Bakanlığı müfettişleri, 26 Ekim’de Adalar Belediyesi’ne giderek 6 şikayetçinin ve Farsakoğlu dahil 11 yöneticinin ifadesini almış, ardından rapor düzenlemişti. Raporda, “Başkanın çalışanlar arasında ayrımcılık yaptığı, psikolojik baskı uyguladığı, basına verdiği demeçlerde eski personel hakkında ‘beceriksiz ve işe yaramaz’ gibi sıfatlar kullandığı, onları istifaya zorladığı” tespitleri yapılmıştı.  Kadın memur Aynur Alyanak da, “Başkan, bir mükellefe verdiğim cevabı gerekçe göstererek beni  ‘Kınalıada İrtibat Müdürlüğü’ birimine atadılar. Soruşturma açıp maaşımı kestiler. Her gün başkana yakın kişiler benim işe gelip gelmediğimi kontrol için iskelede bekliyorlar. Zabıtaların bulunduğu odadayım. Ne bilgisayar, ne masa var. Tuvaletimiz bile yok. 500 metre yakında ücretli tuvalet kullanıyoruz. Başkan Farsakoğlu’nun göreve geldiği 2.5 yıl içinde 13 Fen İşleri Müdürü değişti. Önemli ihalelerde geçici görevlerle getirdiği müdürlere zorla imza attırdı. Şimdi o müdürlerin tamamı yargılanıyor” diye ifade vermişti.

Sıradan bir arama

Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu şunları söyledi: “Bütün ihalelerimiz denetleniyor. Bu bir ihbarla yapılan sıradan arama. Biri bir mail atıp ihbarda bulunuyor, savcı da hemen inceleme istiyor. Burada bir avuç çete var. Bunlar bizi çekemiyorlar. Böyle saçma şeylerle belediye çalışanlarının şevkini kırıyorlar. Küçücük bir belediyeyiz. Bütçemiz, harcamalarımız belli. Kısa sürede her şey ortaya çıkar.”

Büyükada’da otel basanlara sürpriz dava

Elindeki spatula silah sayıldı 25 yıla kadar hapsi istendi

BÜYÜKADA sakinleri arasında infiale neden olan otel baskınıyla ilgili iddianame tamamlandı. Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı, oteli basılıp dövülen Bekir İpek ve 3 çalışanına 20 yıla kadar, oteli basan Gürkan Akbay ve beraberindeki 5 kişiye 29 yıla kadar hapis istedi. Savcı, otel çalışanlardan birinin elindeki spatulayı da silahtan saydı. Böylece “kasten yaralama” suçunun ceza istemi 3 yıldan 5 yıla çıkmış oldu. Savcılık, otel çalışanları Bekir İpek, Köksal Kaya, Kemal Can ve Uğur Tütüneker Karaca’nın, “Kemiklerin kırılmasına sebebiyet verecek şekilde kasten yaralamak ve basit yaralamak” suçlarından cezalandırılmasını istedi. Savcılık, oteli basan Harun Suluova, Ufuk Gül, Mahsar Algül, Yaşar Suluova ve Gürkan Akbay’ın ise “Basit yaralama, nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme” suçlarından hapsini talep etti.

Otel mühürlendi ortam gerildi

BÜYÜKADA Prince Otel

BÜYÜKADA’daki Prince Otel, 19 Şubat 2011’de iskanı olmadığı için mühürlendi.  Hürriyet gazetesi’nin haberine göre mühürlemeye giden sürecin nedeni, otelde Büyükada Anadolu Kulübü seçimleri için adaya gelen muhalif isimlerin konaklamasıydı. İddianameye göre otelin işletmecisi Bekir İpek, mühürlenmeden sorumlu tuttuğu Büyükada Anadolu Kulübü’nün o zamanki işletme müdürü Gürkan Akbay’ı cep telefonundan arayıp küfür etti. Akbay da, Suat Suluova, Yaşar Suluova, Harun Suluova, Ufuk Gül ve Mahsar Algül’le birlikte 20.12’de otele geldi. Otelin güvenlik kameralarına göre içeri ilk olarak Gürkan Akbay girdi ve Bekir İpek’in girişteki masasına yöneldi. Diğerleri de İpek’in masasının başına giderek saldırdı. Otel çalışanlarından Uğur Tütüneker Karaca, Kemal Can ve Köksal Kaya araya girmeye çalıştı. Mahsar Algül bu sırada silah çıkarıp namluya mermi sürdü. Karaca mutfaktan aldığı spatulayla saldırıyı bertaraf etmeye çalıştı. Gürkan Akbay polisler gelmeden 1 dakika önce otelden ayrıldı. Diğer 5 kişi polis tarafından otelden çıkarıldı. Bekir İpek ve diğer çalışanlar doğma büyüme Büyükadalı’ydı. Büyükadalılar emniyet müdürlüğünün önünde sabaha kadar nöbet tuttu.

Güvenlik Kamerasının saniye saniye kaydettiği saldırı görüntülerini polise teslim eden Bekir İpek’in şikayeti üzerine aralarında Anadolu Kulübü İşletme Müdürü Gürkan Akbay’ın da bulunduğu 7 kişi savcılığa sevk edilmişti.  İpek ifadesinde Anadolu Klübü başkanlık seçimi için gelen muhalifleri ağırladıkları için otelin Belediye görevlileri tarafından 19 Şubat’ta mühürlendiğini söyledi.

İpek yaşananları şöyle anlattı: “Saat 20.30 sıralarında konuşmak için Anadolu Kulübü’nü aradım. Gürkan Bey nerede olduğumu sordu. Ben de otelde olduğumu söyledim. ‘Bekle geliyorum’ dedi. 10 dakika sonra Gürkan Bey yanında 7 kişiyle otele geldi. İçlerinden dördü hiçbir şey söylemeden üzerime saldırdı. Gürkan’ın şahıslara ‘Vurun’ diye bağırdığını duydum. Otel çalışanları Köksal Kaya, Uğur Tütüneker Karaca ve Kemal Can yardım etmeye çalıştı. Şahıslar onları da dövdü. Bizi dövenlerin arasındaki Mazhar Algün, Köksal Kaya’nın başına tabanca kabzasıyla vurdu. Gelen bir kişinin elinde tabanca gördüm. Otele de zarar verdikten sonra gittiler.”

Silahlı baskın yapan saldırganların güvenlik kamerası görüntüleri ve şikayetçi olunmasına rağmen savcılık talimatı ile serbest bırakılmışlardı.

‘Atina’da yaşayan kaç İstanbullu Lefter gibi İstanbul’da gömülmek isterdi’

Size bu satırları Atina’dan yazıyorum. Esasen İstanbulluyum. Heybeliada kütüğüne kayıtlıyım. 18 yaşıma kadar İstanbul’da yaşadım. 1992 yılında son ve yapayalnız kalan bir Rum ailesi olarak biz de göç etmeye karar verdik. Babam temelli gelmesine birkaç hafta kala kalp krizi geçirip vefat etti. Demek ki gönlü gitmek istemiyordu. O Heybeliada’da kaldı, ben annem ve ablamla birlikte 20 yıldır Atina’dayız.

Atina'da yaşayan rumlar İstanbul'u nasıl özlüyor

Sizin gibi gazeteciyim ben de. Lefteris Andoniyadis’in (evet siz Lefter Küçükandonyadis diye bilirsiniz ama asıl adı Lefteris Andoniyadis’tir) vefatı ve sonrası gelişen tüm olayları izlerken açıkçası çok duygulandım.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Fenerbahçe Kulübü Başkanımız Aziz Yıldırım, (evet Fenerbahçeliyim) tüm taraftarlar ve Türk halkı ve aynı zamanda medya, inanılmaz bir sevgi ve saygı gösterdiler. Lefteris Küçükandoniyadis ölümünden önce de herkesten büyük saygı ve sevgi görürdü. Devletten de. Rum olan Lefteris, aynı sevgiyi doğduğu topraklar için de göstermişti. İstanbul’a ve Büyükada’ya âşıktı. Her Rum gibi. Çünkü bizler bu toprakların çocuklarıyız.  Lefteris geçen sene Atina’dayken aniden hastalanmıştı. Atina’da en büyük devlet hastanesine yatırılmıştı. Ancak kendisi burada kalmak istemedi. İstanbul’a dönmek istedi. Buraları ona yabancıydı. O Büyükada’da çay içmek, veya martıları ada vapurundan izlemek veya lüfer fiyatının nereye vardığını görmek için vapur iskelesine uğramak istiyordu. Her İstanbullu Rum gibi. Çünkü onların vatanı İstanbul.  Fenerbahçe o zaman kendisine uçak tahsis etmiş ve Lefteris vatanına dönmüştü. Fenerbahçe Stadı’ndaki töreni izlerken şunu düşündüm. Allah’a şükrettim. Lefteris istediği yerde vefat etti: İstanbul’da. İstediği yerde gömüldü: Büyükada’da. Ve hak ettiği saygıyı gördü.

Lefter çok sevdiği Büyükada'da

Tabut araca konurken şunu düşündüm hüzünle. Acaba kaç İstanbullu Dimitris, Kostas, Nikos, Eleni, Maria, Irini, bizim Küçükandoniyadis gibi İstanbul’da gömülmek isterdi.

Bilir misiniz ki Atina’da yaşayan binlerce Rum her gün İstanbul özlemi çeker. Ne zaman İstanbul’dan dönsem, sorarlar mesela “Hava nasıl İstanbul’da?” “Dolar kaç para?” “Lüfer çıktı mı?” Her şeyleri İstanbul’dur onların. Evlerinde çanak antenlerle Türkiye’deki haberleri, dizileri izlerler. Evlerindeki yufka, sarma yaprakları dâhil her şeyi İstanbul’dan getirtirler. Fenerbahçe maçları izlerler. Yunan ligi daha az ilgilendirir onları.  Düşünürseniz tam bir sürgün hayatı aslında.

Onların ellerinde olsa İstanbul’da kalırlardı. Ama kovuldular Mutlu. 1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül yağması, 1964’de Lozan’da varılan anlaşmaya uymayarak Yunan vatandaşı (ama aslında Osmanlı’dan beri İstanbul’da yaşayan) Rumların “ajan” diye sınır dışı edilmesinden sonra bir de 1974’te Kıbrıs çıkartması olunca… Gittiler. Barındırılmadılar. Bazıları bir gün içinde kovuldu. Evleri barkları ellerinden alındı. Zulüm gördüler. Gidenlerin çoğu kalpten, kanserden, can sıkıntısından öldü. Yabancı mezarlıklarda gömüldüler. Hâlbuki onların aile mezarları Arnavutköy, Büyükada ya da Kadıköy’de.

Keşke onlar da vatanlarında aile mezarlıklarında gömülselerdi. Keşke aynı saygıyı ve sevgiyi görselerdi. Keşke Türk, Rum, Yahudi, Ermeni arkadaşları taşısalardı tabutlarını omuzlarında.

Çocukken şimdi babamın da yattığı Heybeliada’daki aile mezarlığımıza giderdik. Rum Ortodoks Mezarlığı ile Müslüman Mezarlığı yan yanadır. Ufacık bir duvar ayırır onları. Hep düşünürdüm ufakken: Madem aynı toprağa gömülürüz madem aramızda belki 5 metre bile mesafe yok, neden bu çileler, bu çekilenler?

Rahmetli Dedem Manolis, Lefteris’i Taksim’de nasıl izlediğini anlatırdı. Lefteris bizim için gururdu. Çünkü tüm Türkiye sevdi onu. Biz Rumlar çok sevinirdik. “Bizden biri” sevdirmişti bizi. Bizim için semboldü. Hele Adalar’dan olması bizler için daha da büyük gururdu.

Kendisine gösterilen saygı ve sevgi benim için bir ümittir. Ümit ediyorum ki son kalan İstanbullu Rumlara ve “Atinalı İstanbullulara” Lefteris’e gösterilen saygıyı gösterilir artık. Lefteris sadece gol kralı olduğu için sevilmedi. O Türkiye’de yaşayan Rumların da devletlerine, işlerine, topraklarına sevgi ve saygı duyduklarını gösterdiği için sevildi. Halbuki bilmezler ki belki de en çok biz severiz İstanbul’u. Rumlar hâlâ aşıklar doğup büyüdükleri topraklarına. Her Lefteris gibi. Gösterin siz de onlara sevginizi.

Sevgiler

Manolis Kostidis

Not: Bizim isimler hep TC kütüğünde yanlış yazılır onu da anlamam. Manolis Manol, Lefteris Lefter, Andonis Andon olarak yazılır çizilir. Sebebini de hâlâ anlamış değilim açıkçası. Şimdi denecek ki “canım ne olacak?” Ama bu “Abdullah” isminin “Abdul”, “Hamdi”nin “Ham”, “Gamze”nin “Gam” yazılması gibidir.

(İstanbul Rumları ve Göç edenler gurubundan Çınar Sözer’in’in paylaşımı)